Yüce dinimiz İslam’ın gayesi, erdemli birey, faziletli toplum ve huzurlu bir dünya inşa etmektir. Bu gayeye uygun bir hayatın en önemli göstergesi de iman ve istikamettir. Dünyevi ve uhrevi boyutuyla hayatı anlamlandırma hususunda en büyük imkân olan iman, her türlü batıl düşünce ve anlayıştan kalbi arındırarak samimiyetle âlemlerin Rabbine bağlanmaktır. Gözetilmesi ve korunması istenen maddi ve manevi tüm değerlere emanet bilinciyle sahip çıkmak adına Allah ile yapılmış bir ahittir. Bu bağlamda bilgi, tefekkür ve tecrübelerle tahkiki boyuta taşınmış bir iman, insana yaratılış gayesini ve sorumluluklarını hatırlatan, kimlik kazandıran ve onu özgürleştiren büyük bir nimettir. Aynı zamanda insanı Allah’ın rahmet deryasına daldıran, lütfuna mazhar kılan ve en doğru olana yönelten ilahi bir rehberdir. Rabbimizin “Allah’a iman edip O’na sımsıkı sarılanlara gelince, Allah onları, kendinden bir rahmet ve lütuf içine daldıracak ve onları kendine ulaştıran dosdoğru bir yola iletecektir.” fermanı, bu hakikate vurgu yapmaktadır. (Nisa, 4/175.) Bu ayet, aynı zamanda imanın hem gereği hem de neticesi olarak istikamete (sırat-ı müstakime) işaret etmektedir.